Bırakmak ihanet değildir: Kabuğunu kır ve yürümeye devam et
Tırnaklarım avuç içlerimi kesmiş, farkında değilim, içimde artık söylenmekten duyulmaz olmuş bir ses: “Bırakmam!”
Neyi "Bırakmam" dediğimi bile unuttuğum, bırak denilen her şeye “Bırakmam” diye otomatik gelen bir cevap... Hepsi benden habersiz olup bitiyor.
Bırakmam!
Tuttuğunu bile bilmeyenin sessiz direnişi...
O en bebe hallerimizde verdiğimiz bir söz, annemizin doğmamış bebeklerine, ana atalarımızın kaybolmuş çocuklarına aynı DNA kodundan okuyarak, onların seslerinden bizim seslerimize dönüşmüş bir ağıt gibi “Bırakmam”...
Gelen sevgiliyi, gönlünden taşınan aşığı “Bırakmam”...
Vadesi dolan işimi, kaybettiğim fırsatı, bir ihtimal gelmesi olası hayalimi, yüreğimdeki sızıyı, şimdi yaşayadurduğum sıkışık hali... “Bırakmam!”
Çünkü bırakmak ihanettir!
Şimdiye kadar inandıklarına, o an duyduğun aşka, verdiğin söze, içinde eriyip hücrene yerleşmiş sese ihanettir.
İhanet etmemek için bekleriz o ölmüş, bitmiş, gitmiş, kurumuş hallerin başında. Bir mezar taşı gibi hareketsiz ve sessiz bekleriz, gün gelir neyi beklediğini, kime ait olduğunu bile unutmuş halde bekleriz. Ta ki biri bizi uyandırana, bir hal bizi heyecanlandırana kadar. İçimize bir yaşam zerresi düşüp başımızı kaldırana kadar.
Bu zerre “yeter” dedirtir bize, yeter!
Bu hal neyse bitsin artık...
Derin bir nefes al ve bir adım geri çekil. Sadece bir adım, neye ağladığını bilmeden ağlama iznini ver kendine. Neye üzüldüğünü bilmeden üzülme iznini... Hakkın var üzülüp ağlamaya, yas tutmaya, umutların yıkıldığında derbeder olmaya...
Ancak yası tutulmuş olanlar rahatlayıp gidecekler ruhundan.
Tut yasını gelmeyen sevgilinin, doğmayan kardeşlerinin, kaybettiğin kendinin...
Çünkü bu dünya sadece senin “bilerek yaptıkların” ile ilgili değil, aç bilincini senden dışarıya. Oradakiler de sensin, senden...
Senin yüzünden değil, senden.
"Bırakmak ihanettir" diyen parçanı da al içine, onun sadakatini ve sevgisini gör. Oluk oluk akıttığı sevgisini, o sevgi senden... Hani hayatta ihtiyaç duyduğun, eksikliğini duyduğun o pırıltı, o sihir, senden dışarıya bir mezar taşı olmak için akıp gidiyor. Yorgunsun, biliyorum, akıtmaktan, beklemekten, neyi beklediğini bilmeden, bilmediğin bir hücrede kapalı ve tutsak kalmaktan...
Gitmek hakkındır, bırak. "Elimden geleni yaptım de!" artık.
Gidişin ihanetten değil, duyduğun saygıdandır. Karşındakinin “yaşam seçimine”, “kader planına”, “kendi iradesine”, “öğrenme şekline” duyduğun saygıdandır.
Eğer bir ihanet varsa, orada durup beklemeye, akıtmaya devam etmektir.
Avuçlarının arasında sıkı sıkı tuttuğun toprağı bırak artık, kim bilir kaç yıllar geçti üzerinden, seninle ilgili değil! Seninle ilgili değil! Akış bu imiş.
Seninle ilgili değil.
Bırak ve çekil bir adım geri.
"Geri gel!" diye bağıranlar, yakandan tutup çekenler, önünde ağlayanlar olsa da, “onlara saygından” geri dönme!
Yürü.
Kendine doğru yürü, kendi yaşamına doğru, hani daha yaşanmaya bile başlamamış hallerine doğru yürü.
Sen durdukça üzerine yağan tozlar, katılaşıp bir kabuk, bir kalın katman olacaklar üzerinde. Her geçen zaman daha da katılaşacak, daha da çıkılmaz, hareket için yer vermez olacak. Yürü.
O zorluk, yılların tozunun ağırlığından başka bir şey değil!
Yürüdükçe açılacak ve yok olacak.
O kabuktan çıktıkça göreceksin güneşin telleri nasıl saracak bedenini, pırıldamanı göreceksin. Bu bir kutsama değil, bu senin olduğun ve görmediğin hal!
Kutsama senin yürüyüşünde, kendi kendine verdiğin şansta!
Hadi çıkar tırnaklarını avucundan ve kır üzerine yapışmış kalın kabukları.
Gün bugün!