Cinsiyetinle bağ kurmaktan korkma:
Anneannem rüyasında görmüş dedemi. “Sırtına kremi ben süreyim” demiş dedem.
Anneannem de “Sağ iken bile bir kere sırtımı görmedi, şimdi nasıl utanmadan açayım sırtımı” diye geçirmiş içinden.
Bu ilişkiden yaşama gelen 4 çocuk var. Sırtını görmediği bir kadından, sırtını göstermediği bir adamdan dört çocuk.
Bu yazı bu kadar olsa da olur…
Bahsi geçen zaman iki nesil öncemiz. Sadece iki nesil! 14 yaşında ilk çocuğunu doğurmuş bir kadın. Evliliği “gelinlik giymek” sanan bir çocuk. Çocukları ile evcilik oynayan bir genç kız.
Aile sorumluluğunu sadece karın doyurmak sanan genç bir erkek. Cinsel ilişkiyi kendilerinden bile saklayarak kuran iki çocuk…
Bu hikayenin bazı kısımları hepimizde var aşağı yukarı. Büyük çoğunluğumuz cinsiyetleri ile ilgili fikirleri olmayan çocukların, günahların, yasakların, ayıpların, utançların, reddedişlerin, belki de tecavüzlerin çocuklarıyız.
Daha iki, üç jenerasyon öncesi, hala yaşamda olan insanların, büyüklerimizin, atalarımızın hayatları…
Dolayısı ile, şimdi bu genetik yazılımla gelmiş olan bizlerin, araştırıp değiştirmesi gereken çok hikayesi var.
Kadın cinsiyetinde olmak ve bunu doğal olarak yaşamak, buradaki şovenizmi yok etmek aslında geçmiş kayıtlarımızı, bize aktarılanı dönüştürmektir. Oradaki acıyı görüp neyi teslim aldığımızı bilmektir.
Çok büyük bir acı var rahmimizde. Büyük bir reddediş, bir lanetleme…
Dişiliği lanetleme. Dolayısı ile getirdiği tüm acıları yok sayma, kesip atma!
Doğal arzularını yok saymak, bir insanın cinsiyetini ve cinselliğini yok saymak, o insanın yaşamla, yaratıcılığı ile bağını gövdesinden kesmektir. Aslında onu “kısır” bırakmaktır.
Bağlantısı kesilen insanlar, cinsiyet özelliklerini yaşayamadıkları için kendilerini olmadıkları bir mecrada var etmeye çalışırlar. Kendi merkezlerinden uzakta bir yerde kurarlar yaşam çadırlarını. Çünkü o derin reddediş alanında olmak, o acı ile yüzleşmek demektir. Ve evet, bu büyük bir başkaldırı gerektirir. Bazıları yapabildi, bazıları yapamadı…
Ve evet, bazılarımız yapabiliyor, bazılarımız yapamıyor.
İnsanlığın kısırlaşması, onun kendisindeki ışığı fark etmeyip ışığı dışarıda aramasına ve dahası kendine yeni tanrılar yaratmasına sebep olur. Yani kaynak iken, kendi kendine büyüyebilen ve yeten iken, yetersiz olduğuna inanıp onu besleyen jeneratörler aramaya başlar. Kendinin de bir jeneratör olduğunu hiç bilmeden…
Güç böylelikle el değiştirir. Böylelikle insan, kendi istek ve arzusu ile kendi gücünü bir diğerine ve diğerine teslim eder, kendine sahte tanrılar, şövalyeler yaratıp onlara biat eder.
Derinde bir yerde büyük bir reddediş vardır çünkü. Kendini reddediş.
Bu reddetme ister azınlık olmaktan gelsin, ister zihinsel yaptırımlardan, isterse cinsiyet kavramından, hepsinde bir köklerine ulaşamama, hakim olamama hissi vardır.
Yine de her şey kendimizde başlar. Bedenimizde başlar. Erkek olmayı, kadın olmayı, daha sürdüğün bedenin enerji kutbunu, yani cinsiyetini kabul edememiş bir insanın, dışarıdan gelen etkilerin karşısında durması imkansız değil midir?
Kendisine aynada çıplak iken bakamayan, yonisinin şeklini hiç görmemiş olan kadınlar var.
Ayaklarına hiç dokunmamış insanlar var…
Kendi bedenimizi tanımak, arzularını görmek ve bunu beslemek bizim kendimize “evet” dediğimiz, “seni görüyorum” dediğimiz yerdir.
Kendi cinsiyetimizi utançtan ve reddedişten arınmış bir şekilde yaşamak, “kendi kendimize köklenmemize”, öz güvenimizi, öz değerimizi oluşturmamıza olanak sağlar. Derinden bir kabul ediş gelir çünkü.
Buradaki kabul, sözlerimize ve düşüncelerimize de yansır. Cesaret, kendi kendimizin elinden tutarak yaptığımız bir şeydir, eli boşta kalanlara aittir korkularla vazgeçiş.
Ve kendimize bir destek yaratmak istiyorsak, o desteği, o yol arkadaşını içimizden çıkarabiliriz.
Yaşamdan bir onay arıyorsak, bu onayı barış halinde olduğumuz kendimizden alabiliriz.
Toplumsal olarak çok temel dertlerimiz var işin özü… “Toplumsal roller cinselliğimizi nasıl etkiliyor: Cinsellikte kadın suçluluğu” yazımda biraz bahsettim. Sadece kadınlar değil, erkekler de aynı girdabın içinde, cinsiyetlerimizden kopuk yaşıyoruz.
Satılmış, takas edilmiş, yok sayılmış, damızlık olarak kullanılmış kadınlar ve mecbur bırakılmış, “menupule” edilmiş, taşıyamayacağı yükler verilmiş erkeklerin cinsiyet hikayeleri bunlar, bizim hikayelerimiz. Ve ancak sahip çıktığımız hikayeleri, acıları dönüştürebiliriz. Yok saydığımız, görmezden geldiğimiz şeyler dönüşmeyecektir. Kısaca sorumluyuz, cinsiyetlerimize ve cinselliğimize sahip çıkmaya.
Kendini ifade hem bedende, hem düşüncede, hem de ruhta denk ve özgür olmalıdır…