Evrensel ahlak, insan olma yolculuğunda bize nasıl eşlik eder?
Her şeyden önce edinmemiz gereken şey “evrensel ahlak.”
Evrensel ahlak, dünyevi olanın aksine bölge ve kültürlere göre form değiştirmez. Durumlar karşısındaki oluşunu gevşetip dönüştürmez. Keskin ve tektir.
Evrensel ahlak, kişinin kendi sorumluluğunu tam olarak alması ile uygulanabilir olur. Kendi sorumluluğunu, yani duygu, düşünce ve davranışlarındaki tek yetkilinin, tek sebebin kendisi olduğunu kabul eden ve buna göre davranan kişinin kendini oluşturma hali “evrensel ahlak” kavramını doğal olarak kapsar.
Kendi kendinin sahibi olan kişi, yaşadıklarından dışarıyı sorumlu tutmadığı için, yaptıklarının hangi duygu ve ajandasına hizmet ettiğini bildiği için, sonuçlar karşısında “kendine acıma”, “suçlu arama”, “cezalandırma”, “öç alma”, “aşağılama”, “reddetme” vb. davranışlara kaçış göstermez. Böylelikle kimsenin alanına müdahale etmez. Kimseyi yargılayarak kendini başka bir yere taşıma çabasına girmez. Olduğu yerde, kendi olarak kalır.
Bu tutum, dışarıdakilerin “kendileri gibi olma” özgürlüklerini onlara geri verir. Yani kendi sorumluluğumuzu aldıkça, hem kendimizi hem de etrafımızdakileri özgürleştiririz. Ve bunu yaparken hedefimiz, dışarısı değil içerisidir.
İçerinin dışarıya yansıması, “özgürleşme” olarak şekillenir.
Bu asaletlidir, zarafetlidir.
Asalet dışarıyı değil, içeriyi sorgularken gelişir.
Evrensel ahlak, içeriyi sadece kendi dürüst bakışımızla donattığımızda gelir.
Kendimize acımasız bir şekilde dürüst olduğumuzda… Bu kusursuzluk noktasıdır, kendin olmakta kusursuzluk! Dışarıyı değil, yine içeriyi kerteriz aldığımız yer.
Acımasız bir kusursuzluk.
Dışarıya güdülenmiş algılar, her zaman “diğerlerinin yanlışları”, “sistem boşlukları”, “onay alma ihtiyaçları” ile doludur. Kendi kendisinin “başarısızlığını”, “eksikliğini” dışarının yanlışları ardına saklayarak kendinden, yani kendi sorumluluğundan kaçar. Hakkaniyet kavramı burada silinir gider.
Ama yine de ağızlarda “hak”, “haksızlık” naraları yükselir durur.
İnsan olmak bildiğimiz değil, “öğrendiğimiz” bir şey. İnsan olmanın, insan insana yaşamanın kurallarını değil, hayatta kalmanın, bir tabur asker gibi hareket edip bir tabur asker gibi düşünmenin kurallarını öğrendik. İnsan olmayı yolda öğreniyoruz, niyetliysek…
Hayatta kalmak o derece önemli bir yere konmuş durumda ki sistemin içinde, yaşamın gerçek sebebi sanki “eğer istersen” seçeneği gibi kalakalmış herkesin gönlünde.
Seçmeli dersimiz “insan olmak.”
Taburun içinde kalmak için “ahlak kuralları” türetip biat etmişiz ama içinde bulunduğumuz evrenin, varoluşun “ahlakını” görmezden gelmişiz.
Saygıyı, saygının her veçhesini silip atmışız çünkü derdimiz “hırsla hayatta kalmak” olmuş!
Hem hayatta kalıp hem de insan olmayı becerebiliriz. Hem kendimizi bilip hem dışarıyı görebiliriz. Hem kendi kendimizin, fikrimizin, duygumuzun ardında durup hem de dışarıyı suçlamadan varlığımızı sürdürebiliriz. Saygı, kendimize borcumuzdur. Evrensel ahlak, varlığımıza borcumuzdur.
Dışarıya değil, içeriye…
Kendine saygılı olan, dışarıya da doğal olarak saygıda olur. Çabasız bir noktadan.
Kendine hakkaniyetli bir insan dışarıya da hakkaniyetli olur, hem de hiç farkına varmadan.
Önce kendimize hakkımızı teslim edelim.
Kendimize olan dürüstlükle gelen “yaşam sorumluluğu” bizleri doğal olarak “evrensel ahlaka” sahip insanlar haline getirecektir.
İnsan olmayı deneyimleyen insanlar haline…