Güneş bazen karanlıktır:
Güneş bazen karanlıktır.
Işığa koşanların yolu karanlıktan geçer. Hazineler, sırlar, keşifler hep o karanlık mağaraların dibinde saklıdır. Işığa gitmek değildir iş, ışık olmaktır. Ve ışık ancak karanlıkta var olur, orada görünür olur.
Işığa giden, aydınlıkta olmaz bu yüzden, kendini arayan aydınlıkta bulmaz, bulamaz bu yüzden.
Karanlığından korkan da kendi ışığını bulamaz.
Bu aslında yaşadığımız karanlığın, ışığımızı bulma yolunda yardımcı bir güç olduğunun göstergesidir.
Rumi, karanlık parçası ile buluştuğunda aydınlandı, Şems ile bütün olduğunda… Ne ironiktir ki, Şems güneş demektir. O güneşini, yani ışığını bulmadı, o karanlığında yürümeye cesaret edip ışığa dönüştü.
Şems yoldur, Şems kayıp parça, hiç sorgulanmamış olandır. Şems, Rumi’nin denenmemiş yoludur.
Öyle ya, elini bulanık sulara sokmayan, bildiğinden şaşmamış, kendini pamuklarda saklamış olan Mevlana, Şems ile buluşunca atmış bildiği her şeyi üzerinden… Rütbesini de, alışkanlıklarını da, itibarını da…
Bir ateşin içine kör gözlerle girmiş. Bilinmezliğin içinde Şems’e olan aşkıyla ışıldamış, kendini bulmuş.
Nedir karanlık dediğimiz?
Olmaktan korktuğumuz her şeydir. Yargılayıp ötelediğimiz her şey! “Asla” dediklerimiz, hiç sorgulamadıklarımız, olmaya cesaret edemediklerimizdir.
Karanlığına girmeye cesaretin var mı?
“Bende olmaz, yapmam” dediklerinle, “Bırakamam” dediklerinle, yargıladığın tüm davranışlarla o karanlık mağarana adım adım inmeye cesaretin var mı?
Hepsini görüp kabul etmeye, belki suçlu, belki haksız, belki o kötülüklerde payı olan olduğunu görmeye. Baş edemediğin için kaçtığın, kulak arkası ettiğin şeyleri önüne katmaya cesaretin var mı?
Bilmediğin ile göz göze olmaya isteğin var mı, her ne çıkarsa çıksın?
Bu yüzden aşk, güzel bir vagondur bizi kendi gönlümüzle o mağaranın dibine taşıyan. Kaos, harika bir trendir bizi ite ite o çukura çeken.
Her şeyin, tek bir amaç için, kendi ışığını bulmak için olduğunu kabul edinceye kadar, bunu anlayıp idrak edinceye kadar tüm yaşananlar birer cezalandırma gibi gelir, evet!
Ama anlayış, bir anda keser tüm çığırtkan seslerimizi.
Savaş biter, isyan biter, sorgulama biter, “ama”lar biter.
Biat başlar, kendine, olduğun tüm hallere. Gönüllü girersin mağarana.
Kurban edersin “iyi” diye biriktirdiğin her şeyi, bir hırka gibi çıkarıp atarsın üzerinden. İyi, iyi değildir artık.
Artık sadece “gerçek” vardır.
Sadece gerçek.
Bu gerçek seni büyütecek olandır, seni ateşiyle keskin ve parlak bir kılıca çevirecek olandır. Bu kılıç artık senin omurgandır, senden dövülmüş olan, bükülmez, kırılmaz, eğilmez…
Dimdiksindir kendinin karşısında. Tüm düşüncelerinin ve biriktirdiklerinin karşısında. Yaşamın sonsuz ateşinde dövülmüş bir kılıçsındır. Thor’un çekici gibi, kendinden kendine dönen…
Karanlık, kaçtığımız değil, gittiğimiz yoldur bu yüzden. Karanlık fırsatımızdır, bizim yolumuza ışık, gönlümüze yoldaştır. Tüm üstadlara, karanlıkta ışıldamış tüm yıldızlara selam olsun…