Akıl yumağından yunuslara uzanan bir yol
Öyle ya, kafamızda tonlarca hikaye, Arap saçına dönmüş ha babam çözmeye çalışıyoruz. Denediklerimizin ardı arkası kesilmiyor, girip çıktığımız akıl odalarının sonu gelmiyor. Yine de çıkışı bulamıyoruz bazen, yine de o saç yumağının orta yerinde sıkışıp kalmış halimiz ile göz göze geliveriyoruz.
Yine mi sen?!
Dön dolaş yine aynı yerde takılıyor ayağımız, yine aynı çukurun dibinde debeleniyor bedenimiz, belki artık… Debelenmiyor bile, sıkıcı bir gülümsemeyle oturuyoruz sessiz.
Nerede yanılıyoruz, neyi atlıyoruz?
Bir avazda çıkmaz mı içimizdeki deli? Atmaz mı kendini ortalara, ben geldim diye?
Kendini, attığı labirentte dön dolaş seneler geçti, aynı köşe, aynı duvar ve bir gün yine aynı çıkmaz…
Hadi çık artık! Çık da gidelim, bitsin cezan…
Korkma dışarıdan, orada kimseler yok.
Sadece kulağına konuşan hayaletler onlar, o kalabalık kalabalık üzerine çullanacaklarını sandıkların…
Kalk artık, kendini cezalandırdığın, yargıladığın, bir türlü beğenemediğin, bir yerlere sığdıramadığın hallerinin cansız bedenleri arasından!
Burası eski bir mezarlık.
Üzerine yapışmış, senin olmayan her şeyden sıyrıl da çık!
Belki bir avazda evet, belki bir delilik haliyle!
Delilik değil inan, yeter dediğin an o. Yeter deyip, o tekrara bir saniye daha katlanmayı istemediğin an!
Bunu hak etmedin mi artık? Hani bir an her şeyi; elindeki sigarayı, hiç sevmeden yaptığın o raporlamayı, mecburen dinlediğin o insanları… Tam konuşurlarken hem de, hiç acayip bir şey yokmuş gibi, bırak kalk ve git.
Sakince, hiçbir şey demeden, kendini açıklamadan, akıllarında oluşabilecek ihtimal sorulara olası cevapları düşünmeden…
Öylece git.
Kendine git.
Bir deniz kenarında yalnız oturduğun masaya açık bir çay söyle ve yunuslar geçer mi diye düşün sadece. O kadar.
Geride bıraktığın o masayı, sevmediğin işi, iş olsun diye içtiğin sigarayı düşünme.
Sadece yunusları gözle.
Geçecekler!