Dişiliği Anlamak İçin: İçimizdeki Erili Uyandırma Zamanı
Dişilik üzerine konuşmak ne zor, hani kadın olmak üzerine…
Konuşabileceğimiz ve kafamızdaki her yargı satın alınmış ve ezberlenmiş şeyler olduğundan, başkalarının -illüzyonunundan bahsedip duruyoruz sanki dişilik buymuş gibi.
Geçen gün iptal olan bir iş anlaşması için;
“Sanki hoşlandığım biriyle beraber oldum ve adam beni ertesi gün aramadı gibi hissettim” dedim yakın bir erkek arkadaşıma.
“Nasıl olduğunu bilirsin, değil mi?”
“Hayır, bilmem” dedi.
Çok güldük, trajikomik halimize.
Çünkü bu bizim doğalımız, kadın kısmının.
Erkekten bekleriz ya, onlar karar verir ilişkinin yürüyüp yürümeyeceğine! Biz de çoktan kabul etmiş gibi, bu durumu ve sonrasında yaşadığımız beklentili hali, “doğal” kabul ederiz.
Bir erkeğin gözüyle bakarız dünyaya. Bir kadını görüp eleştirirken bile, rakip oluruz kardeş olacağımız yerde. Yan yana duracağımıza erkeğin safında yer alırız, doğal olarak hiç düşünmeden. Ama içimizde o şüphe hep kalır, sıranın bize de geleceği o günün şüphesi…
Kadınlarla çalışmak da zordur, evde kocasıyla mı kavga etti, uzundur sevdiği seveni mi yoktu, muayyen gününde miydi?
Utanç üzerine utanç.
Muayyen günü ne demek!?
Çok yakın arkadaşım Handan söyledi iki gün önce, taraflı bakıyoruz diye, biz de aynı fikirde olmanın tarafıyla.
Peki gerçekten düşünüp de mi karar verdik, yoksa eril hareketin hipnozuyla ezberden mi konuşuyoruz kadınlar olarak? Güçsüzlüğü ve acizliği en başından kabul mü ettik?
Kadın hareketlerine baktığımızda çılgın bir reddediş var ya, o bile aslında kabul edileni bağırıyor gizliden, “Hayır öyle olmak istemiyoruz!” Ama öyle olduğumuzu biliyoruz!
Seçimlerimize baktığımızda, güvenlik için, güç için, kendi varoluşumuzdan çokça ödünler veriyoruz. Kadınlığın ne demek olduğunu çoktan unutmuş kadınsılar olarak.
Dişi enerjinin yoğun ve dengeli olduğu kadınlar ise hem erkekleri, hem de kadınları korkutuyor bu yüzden. Bir kadına nasıl davranacağını asla kestiremeyen erkekler ve doğrudan düşman olup tehlike gören kadınlar oluşuyor etrafımızda.
Eğer kendi gölgesi ve ego portreleri ile barışmamış bir kişi ise söz konusu olan, garip bir kibire bürünüyor. Birincilik, savaşı kazanmışlık edasıyla.
En temel aile paternimize baktığımızda bile aynı durumu anne-kız arasında, kız kardeşler arasında da görürüz. Paylaşılamayan erkek vardır, baba ile ilişki nasıl olursa olsun. En derinlerde bu yatar. Erkeğin yanındaki diğerlerine göre daha yukarıda hisseder kendini.
Aynı şey erkeklerde de olsa da, savaşmak erilin doğalında ezelden beri çalışılmış olduğundan, etkisi bu kadar dramatik olmaz her zaman.
Hayvanlar arasında da, aynı durumu gözlemleyebiliriz. İki dişi veya erkek köpeği aynı ortamda barındırmak çok zordur.
Buradan geleceğim nokta şu ki, sosyal olarak ele almadan önce, güdüsel olarak hepimiz bir “hayvan-insan bedeninin sürücüleri” olarak bu hali yaşıyoruz. Ortamın alfası olmak, alanımızı korumak için güdüsel bir harekete geçiyoruz.
Ancak bu güdüsel yapı, biraz önce belirttiğim “sürücülük” hikayesi içinde yok olabileceği gibi, kesinlikle ehlileştirebileceğimiz bir duygu.
Nasıl mı?
Kendisinin bir beden olmadığını, daha doğrusu bedenden ibaret olmadığını, ben dediği şeyin varlık olduğunu idrak ettikten sonra, otomatikman bedensel güdüleri kenara çekebiliyoruz ve elbette bunun için hep bahsettiğim gözlemcinin aktif olarak çalışıyor olması gerekir ki görebilelim bu ayrımı.
Gerçeklik peşinde koşmak, hatta gerçeklik için savaş vermek hayatımızdan illüzyonu temizlemek için büyük fırsatlar yaratır. Dolayısı ile gerçek seçimler ile yaşamınıza devam edersiniz. Gerçek seçimler içinde bir tehlikeden bahsetmek saçmalık olur, orada akış ve sorumluluklar vardır. Olanı da olduğu gibi kabul edebilme kudreti. Gerçek bir bağ karşısında, yalancı hamleler auranın önünde tuzla buz olurlar. Ancak tam oluşmamış aura, yani delikli bir auradan içeri sızmak mümkün olur. Bu da, gerçek ve sıkı bir örgünün oluşmadığını gösterir.
Tepkilerimiz dışarıya doğru değil de, işaretlerin bize anlattığı açıklıkları içeriden tamamlamak şeklinde olursa o zaman tehlike duygusuyla güvensiz veya saldırgan olmayız.
Bedenin bize verdiği tepkileri ve algıladıklarını iyi değerlendirmeli, ancak kapılmamalıyız.
Bu vahşi hayvanını eğitmeye benzer. Köpeğinizin neden havladığına bakarsınız ama kontrol ve sorumluluk sizdedir.
Beden ve bilinci bu kadar net ayırabilirsek, o zaman aslında biraz daha dışarıdan kendimize bakabilir ve varoluşu değerlendirebiliriz.
Kadınların kadınlarla ve erkeklerle olan ilişkisine geri dönersek, aslında varoluşsal gücümüzü illüzyona ne kadar çok verdiğimizi görebiliriz. Her iki cinsiyetin de tanımları o kadar keskin ve güçlü ki, tanımlara göre kendimizi belirlemek zorunda kalmışız.
İşte klasik, “erkek adam oynamaz, kadın kısmısı”…
En basit ve sıradan şeyler bizi öyle tutsak etmiş ki, bazı acıları doğal sanıp taşımaya devam etmişiz. İlgilendiğimiz erkeklerin karşısındaki tutumumuz bile değişken olmuş.
“Beni al!”
Kılık kıyafeti, onca makyajı, Instagram modeli dudaklarıyla eleştirdiğimiz hemcinslerimize bakın..
“Beni al!”
Gitgide pornografikleşen bir tavır ve görünüm ile.
Büyük memeler seven kadınlar, bir noktada aslında dışarıya neyi vurgulamak ister?
Kalçalarını belirli bir forma sokmak isteyenler?
Asla bedenlerinden memnun olmayanlar ve bir fotoğraftaki kız olmak isteyenler?
Ve aynı sebepler ile kendini iyice saklayıp cinsiyetinden ve cinselliğinden utananlar…
Verilmek istenilen mesaj nedir?
“Beni al.”
“Beni kurtar.”
Doğaya baktığımızda durum bunun tam tersidir. Kimden üreyeceğini dişi seçer ve “beni al” gösterisi erkeğe aittir, yolu da çok asaletlidir.
Ters düz olmuş dengenin içinde cinsiyetine köklenemeyen cinsler olduk, hem kadınlar, hem erkekler olarak.
Elbette bu durum evrimin bir parçası olabilir, yani cinsiyetsizliğe giden ve her iki hali de bedende deneyimleyenler olarak. Yalnız bir şeyi unutmamak lazım, denge yok ise burada bir şeyler eksiktir.
İçimizdeki eril ile barışmadan bu durumu değiştirmek pek mümkün olmayacaktır. İçimizdeki eril dediğimde genelde, dışarıdaki “erkeğimsi” davranışlar geliyor akıllara ve kopyalanan da bu oluyor.
Oysa, cinsiyetini ve cinselliğini özgürce kabul ettiğin anda, suçluluk ve yargı ortadan kalkıyor. Kendi kendine yaptığın… İçindeki eril de alçak gönüllülüğü ile doğmaya başlıyor.
Erilini uyandırmak erkeksi tavırlara sahip olmak değildir. Erilini uyandırmak kendin olabilme cesaretini ortaya koymaktır. Dengede ve kendine köklenmiş olmaktır.
Cinsiyetinin arkasında durabilme ve yaşayabilme, bununla hareket edebilme gücü verir sana.
Burada solid olmaktan bahsediyorum tam olarak. (Dışarıdan içine su almayan bütün obje) Erilini bir dış etkiden beslemeye çalışmadığın zaman, kendi erilini uyandırdığında bir bütün haline gelirsin.
Genelde çalışmalar dişi enerjiyi uyandırmak yönünde olsa da, dişinin içindeki erili uyandırmanın çok mühim olduğunu düşünüyorum. Dişi içindeki eril güçsüz ise yaşamda dış enerjilere bağımlı ve dişi gücün o alan açıcı ve kapsayıcı halini yaşayamaz oluyor kadın. Dolayısı ile, elindekini zaafiyetlere yöneltiyor. Bu durum her iki cinsiyeti de aslında gizliden gizliye hadım ediyor.
Hem kadınlar, hem de erkekler cinsiyetlerini yaşayamaz ve düzgün bir ilişki kuramaz oluyorlar.
Çünkü hepimizin erili hasar görmüş durumda.
“Eril=güç” diyen algı, güç kavramı değiştikçe erili ve rolünü deforme etmiş ve etmeye devam ediyor.
Sanrılar içinde arada kalmış bir ırka doğru evriliyoruz böylece.
Peki nedir eril olan?
Eril olan hareket edendir, şefkatli ve merhametlidir. Alan açandır, o toprağı belleyen, tohumu atan çiftçidir. Sevgisi de, saygısı da eksik olmaz.
Dişi olan mümkün kılandır, üreten ve yaratandır. Açılan alanda yaratıma devam edendir.
Bu ikisi aynı anda çalıştığında hem tek bir beden içinde, hem de iki kişi arasında, o zaman o solid, sıkı örülmüş auradan bahsedebiliriz. Bu bütünlüğün içinde bir kuşku yoktur. Ast-üst yoktur.
Birlik ve beraberlik vardır, denge vardır, varoluşun sihiri vardır.
Cinsiyetler arasında rekabet yoktur, çünkü bolca kıymet ve hürmet vardır, emek vardır.
O zaman önce biz, kendi hem cinslerimize, onların yaralarına, henüz görmedikleri kimliklerine anlayışlı olalım. Ne demek istediklerini anlayalım. Bazen anlatacak bir şey olmaz ama olabiliriz, biz olarak gösterebiliriz. Topluluklar kararla kurulmaz, aynı enerjide olanlar bir araya doğal olarak gelirler. Kimyamız böyle! Değiştirilemez evrensel bir kural bu.
Eğer biz dengede, saygıda ve gören olursak, kendi cinsiyetimize ve kendi eril-dişil enerjilerimize, o zaman çoğalırız. Olduğumuz gibi olanlarla da yan yana oluruz, çabalamadan, sadece olarak.