Hayatı layığıyla yaşamak:
Özensizlik görünce insanın hevesi kaçıyor. İletişimde olduklarımız, bir yerde ellerindeki dürüstlük ve samimiyet kartını çıkarıp ortaya koymayınca, oyunun keyfi kalmıyor. Her şey biraz kişilerin dürüstlükleri, sorumluluk bilinçleri ile ilgili. Bütün özel ilişkilerimiz, sosyal ilişkilerimiz, ekonomik ilişkilerimiz bu araftan geçiyor bu ara. Belirsizlik, sadece ekonomide değil, her şeyde var.
Burada iyi-kötü insan olmakla ilgili bir şey yok. Layığı ile yapmakla ilgili bir şey var.
Kötü olacaksan da bir kalitesi olması gerek, bir asaleti! “Kötülüğün asaleti olur mu?” diye soruyorsanız, evet olur. İyiliğin de kötülüğün de asaleti olur. Olmalıdır. Hakkıyla.
Dert başta da söylediğim gibi, iyi veya kötü olmak değil, her ne safta yer alıyorsan, ki hepimiz “her safta aynı anda” yer alıyoruz, hakkını vermek.
Bu iyilerin ve kötülerin savaştığı ucuz çizgi filmlere benziyor artık. Kötüler aptal kurnazlıklar yapıyor, iyiler de naiflikten salaklaşıyor!
Her özelliğimizin bir tadı, bir seviyesi olmalı. Bence budur kişinin kendi arkasında durması, kendini bilmesi.
Kötüleri tanrı bahçesinden atmış mıdır? Yani senin kötü dediklerini?
İyileri cennete mi bekliyordur elinde gümüş tepsisiyle?
Demez mi iyilerine, “İyisin hoşsun da, şu aklını ‘iyilikten şaşmayacağım’ inancı altında atıl bıraktın, kullanmadın. Kendini kirletmemek adına, o pamuk ellerini dünya çamuruna sokmadın. Lekelenmeden geldin de, yaşadın mı?”
Demez mi kötülerine, “O iyilik meleklerini, saklandıkları sırça köşkten çıkaracak bir yaratıcılıkta bulunamadın, bin yıllardır aynı kaç-kovala-korkut oyununu sıkılmadan oynadın. Kötülüğünün sınırlarını keşfedemedin, gerçek bir kaosu yaratamadın?”
Belki demez!