Mana katmanlarında seyyah olmak: Durmadan duyamazsın
Bazı şeyleri anlatmak çok zor. Hani anlatması zor olduğundan değil, konuşmak için kullandığımız dilin dağarcığı anlamı ifade etmeye yetmiyor olduğundan. Sadece belirli diller için söylemiyorum. Tüm diller için, anlamlı kelime gruplarının oluşturduğu tüm betimlemeler için! Betimleme diyorum, çünkü her bir söz, bir hissin, bir düşün, bir duygunun betimlemesi. Buna vakıf olamama, hayattaki netliği de kaybettiriyor.
“Benim konuşma şeklim böyle, aslında içeride…”
“Ben öyle demek istemedim!”
En basit örnekleridir. Fakat burada bahsettiğim, aslında kendi içinde derinleştikçe, kendine yakınlaşıp “fani” dünyanın düşünden çekildikçe, iç dünyanın lisanının dışarıda karşılık bulamamasıdır. Burada o sessiz konuşmalar girer işte devreye. Anlatmaya, konuşup o müzikalin hassas renklerini bulandırmaya gönül razı gelmez. Ve suskunluk kendi melodisi ile varlığını nakşeder; dış dünyanın huzur diye adlandırdığı ama aslında tüm evreni kaplayan bir doyum, hürmet, sadakat, şüphesizlik, berraklık, saflık, coşkunluk ve dinginliği aynı anda yaşatan his.
Kelimeler ile anlaşanlar için de diyaloğun derinliği ve gideceği yer bellidir. Bir boy verip, ayaklarımızın kuma bastığı yerde tüm zihinsel düşünceyi dışarı dökmüş, boşluğu ile suskunluğa geçmiş oluruz. Sonrası sessizce bir seyyahlıktır, izleyebilene, başka bir diyarın çiçeklerini de koklamaya niyet edene.
Buradaki boşluktan, yavaş yavaş katmanlara geçilmelidir. Sesin katmanlarına, anlamların katmanlarına, mananın katmanına. O sonsuzlukta indikçe inmek, dinledikçe duymak farz olur. Kelimenin, betimlediğinden öte, sesin titreştirdiği hisse bakmak, o kelimeyi kapı yapıp, kendindeki titreşimden içeri doğru bir dalış yapmak katmanlılığın algısını tazelemek ve yaşamak için iyidir.
Her söylenen sözün, her dile gelen hissin, ardındaki niyet, niyetin ardındaki “varlık ışığı” görünür olur.
Katmanlarda seyre dalmak istemeyen, ayakları kumdan çekilince kıyıya geri dönmek isteyene de, dudaklar mühürlenir.
Sükut, altın olur.
“Ve, bilinç ilk olarak kendini suda balık olarak tezahür ettirir.”
Ses, değerini bilene, kulağı duyacak, gönlü seyyahlığa yatacak olana verilir.
Ehil olmaktan kasıt, aklın yetmesi, zihnin her şeye bir yer bulması değil, karşılaşma gücünü kendinde bulmaktan, sözü duyma becerisinden, sessizlikte bir balık gibi süzülürken renklerini bulandırmamaktan gelir. En çok da bu yüzden, yaratıcılık önemlidir. Derdin anlatmak ise, sesin, görüntünün, rengin katmanlarında gezinirken hisleri, duyguları tanırsın. Tınıyı nasıl hareket ettireceğini bilirsin. O saatten sonra, sihrin “dünyaya” salınır. Çünkü artık dünyalar arasında dolaşabilen, katmanlar arasında seyyah olan, her yerde aynı anda var olan, gözünü açtığında yine kelimenin “katı” yüzüyle karşılaşıp gülümseyen olursun.
Ve her şeyden önce durmak gerekir. Uzun bir yol boyunca hiç durmadan çalıştırdığın araba motorunu soğutmaya durmak gibi. Uzunca karıştırdığın çayın posasının, kaşığın oluşturduğu vorteksten kurtulup dibe çökmesini izlemek gibi… Durmak lazım. Durmadan duyamazsın. Durmadan olduğun yerde dibe çöküp batamazsın. Ağırlığını kullanıp derinlere dalamazsın. Dalmadan sesin katmanını, manayı duyamazsın.
Bu yüzden…
Dış, yansımada uçuşurken, iç alemi de izlemeli ve kendini telkin etmelisin; “Sakin ol, burdayım…”