Sevgi şekilsiz, kokusuz ve tatsızdır
Kendi kendinin mezarını kazar gibi soğukkanlı olmak lazım bazen, öyle bir yer ki burası ölümden korkmak bir yerde dursun onunla beraber çalıştığın bir dünyanın örüntüsünü ifşa ettiğin. Soğuk, donuk, neredeyse hissiz ama dingin bir çalışkanlıkla. Sadece kazmak, sadece her kürek toprağı kenara atarken bunu serin bir kalple, sessiz bir zihinle yapmak.
Bir film karesi gibi. Kendine acımaktan uzak, anılardan sıyrılmış, arayıştan ve beklentiden arınmış, dümdüz bir hal. Soğuk ve dingin…
Fakat asla ve asla, sevgisiz değil!
Kendine acımanın ve amacını aşmış bir merhametin gölgesinden sıyrılmış bir sevgi. Sızlanmayı, göstermeyi, beklemeyi bir kenara bırakmış, kendi serinliğinde usul usul yayılan. Olanlar karşısındaki utancından kimsenin gözünün içine bakmayan, ancak o süptil halinin karşılık bulduğu bedene perdesiz bi bakış atan.
Korkudan sıyrılmış, duygudan sıyrılmış, sadece hissedişin serinliğini taşıyan.
Oysa yaşamda sevgi biraz kirlenmiş, biraz diğer her duyguyla örtülmüş. Arayışlarla, beklentilerle, gerekliliklerle çekiştirilmiş. Şekilsizliği unutulmuş, unutulanın bir şekil olduğu sanılmış. Giz olmuş, ağırlaşmış, ağdalaşmış…
Yapış yapış bir madde olmuş. Bir mutant, bir ur…
Kendi kendinin mezarının başında sahte gözyaşları, belirsizliğin ürpertici bulutları, aldığın ve verdiğin her şeyin paçana yapışmış hesapları, acımalar, merhametler, iyilikler, fedakarlıklar ve diğer hepsi bir kefen içinde duruyor.
Aklına iyi ve seven insana dair ne gelirse, hepsi! Bembeyaz bir kefen içinde oynaşan şekilsiz yeraltı hayvanları gibi, hepsi senin, hepsi sana ait.
Bir kürek toprağı daha kenara atarken, kefendekileri küçümsemiyorsun veya onlardan tiksinmiyorsun da. Sadece oradalar, zamanı geldi. Tüm çıngıraklı söylemlerin sonu geldi. Bağırış çığırış oldurtmaların, midendeki insanlık zehrinin sonu geldi.
Dingin ve sakin, duygulardan ve hisleri tarif eden tüm sıfatlardan bağımsız kazmaya devam ediyorsun.
Ve tekrar, asla sevgisiz değil!
Çünkü sevgi şekilsizdir. Kokusuz ve tatsızdır. Ağırlıksız ve renksizdir. Üzerinde hiçbir tanımlama barındırmaz. İfadesinin şekli yoktur. Göstermenin yolu yoktur. Almanın ve vermenin bir yöntemi yoktur. Alamazsın ve veremezsin! O senden ve senlerden bağımsız oluşur. Olur. Olan odur.
Onu alıp vermeye çalışırken dilinde kirlenir, tarif ederken bozulur saflığı. Sevdiğini söyleyemezsin. Söze döküldüğünde kısırlaşır, katılaşır, deforme olur, yavanlaşır. O vardır sadece. O kadar.
Onu tanıyanın gözüne değer, bedenine değer, ruhuna değer. Gözünü kırpmadan geçirebilir misin içinden? Yani hiçbir şey yapmadan durabilir misin? Sadece izleyebilir misin?
O kadar güçlü müsün? O kadar dayanıklı mı iskeletin? Karşılık vermek zorunda hissetmeyecek kadar geniş ve kendinden emin mi gönlün?
O içinden geçerken, sorgusuzca her hareketine örülmesine dayanır mı zihnin?
Sorgulamadan, benzetmeden, çekiştirmeden, heyecanlanmadan, telaş etmeden… Duygulardan arınmış, hislerine sıfat seçmeden!
Yeterince, zihnindeki her bir ses tamamen kendini boşluğa bırakana kadar kazdıysan mezarını, kıpraşan kefenine ölümün sakinleştiren nefesini üfle. Kollarında son bulsun tüm çıngıraklı haller, tüm gösterişler, tüm utançlar, bilmezlikler, çiğlikler, sıfatlar, yapışkan öpücükler… Sevgiyi kirleten her ne varsa, adına verilmiş her ne adak varsa, hepsi.
Şimdi ölsünler. Senin nefesinden tatsınlar yaşamın sonunu ve sonsuzluğunu.
Kefenin üzerine attığın her bir kürek toprakla yüzün yaşama dönsün. Diline sus, gönlüne bir ayna otursun.
Anlatacak bir şey yok, aranacak bir şey, ikna edilecek bir durum, müdahale edilecek bir olay, merhamet edilecek birileri… Hiç olmadı.
Şimdi eteklerini sürüye sürüye yürürken, gözlerini, kırpmadan, sadece iskeleti sağlam olana çevir. O kadar.
Görene söz gerekmez.