Yaşamı görebilmek için en önemli anahtar: Dingin bir görüş
Kulaktan kulağa oynamış tüm bilgiler, yüzyıllar, bin yıllar kulaktan kulağa anlatılmış. Anlayandan duyana aktarılmış, duyan anladığı kadarını diğer kulağa seslendirmiş.
Bilgi emanettir, var olana emanettir. Ve bilgi var olana aittir. Hep öyleydi, hala öyle ve öyle de kalacak!
Emanetin orijinalini duymak için kendi sezgilerine ihtiyacın var. Emaneti anlamak için kendi DNA’nı aktive etmeye, içindeki tüm sesleri harmonik olarak duymaya ihtiyacın var.
Yaşam şifreli ve gizli kurgulu bir oyun değil, sadece kulaktan kulağa oynarken kırpılmış, dönüşmüş, şekil değiştirmiş bilgilere sahip. Oyunun güzelliği de bu aslında. Git gide, daha da büyük ustalık gerektiren, daha gelişmiş yetenekler gerektiren bir hal alıyor. Ama bu ne kutsal olduğundan, ne ehil görülmediğinden, ne de bir sır içermesi gerektiğinden… Sadece oyun bu, sen de ustasın! Çünkü bu zamanda yaşamı gerçekleştirmişsin.
Ama biz bunları giz olarak algıladık nitekim ki, insanlığın “özel hissetme”, “yönetme” arzusu bu “giz” algısını destekleyip büyüttü. Ve bu büyütüş de bir inanca dönüştü. Bilgiyi, herkes için olanı “kutsal emanet” yaptı. Sadece kutsal olan, layık olan için saklanan…
Oysa yaşamın, yeryüzü çocuklarının “kutsal” olmayanı mı var?
Dualar bile, şükürler bile, layık olmadığın bilgisinin içinden çıkar, gelir oldu.
Tüm yakarışlar, tüm çabalamalar…
Yaşayan herkes, yaşamı hak ettiğinden yaşamdadır. Her ne şekilde olursa olsun, oyuna ne şekilde, nereden girmiş olursa olsun! Herkes ilahidir.
İlahinin parçası değil, ilahidir!
Bütün parçalanamaz, çünkü bütün bütündür.
Ve tüm bilgi herkes için apaçık ortadadır. Okumak için ihtiyacın olan her şey sende vardır. Sende “giz”lidir demeyeceğim, gizli değil, sendedir.
Her “giz” bizi sade bakmaktan, kurguya yöneltmiştir. Oysa sade bir bakış, dingin bir görüş her zaman anahtardır.
Yaşam, bildiğimizi unuttuğumuz bir dilden sürekli olarak konuşur bizimle, hatırlamak ise bir andır.
Duyduğun, okuduğun, baktığın, öğrenmeye çalıştığın her şeyi tüm bedenin, tüm sezgilerinle dinle.
Söyledikleri, kulağa gelenden çok daha farklıdır. O ilk fısıltı, söz değil, “biliş” halidir. Onu duyabilirsin arkadaşım, her bakışta, her sözde. Sadece bırakarak “anlamaya çalışmayı”, “var saymayı”, her şeyin şifreli ve “giz”li, “sır”lı olduğu inancını.
Her bilgi formunu değiştirmiş olsa bile, aynı ağaç kökünün dalları yapraklarıdır. Elindekine değil de köklerine gitmeyi, hissetmeyi dene. Sadece duyduğun ve ezberlediğin ile yetinme. Çünkü ağacın o dalı, senin içinde başka bir dal ile iletişimde ve onlar birbirine bağlandığında sen de gerçek “fısıldanan”a nail olacaksın.
Ve bu bir mucize değil, bu senin doğalın ve gerçeğin.
Hiçbir şey yüzeyde değildir, her şey derinlerdedir, suyun altındadır, yani duygularının tabanında!
Bir dalış gerçekleştir şimdi, korkma her türlü yeteneğe sahipsin. Zorlayan haller o yeteneklerini ortaya çıkarabilmek için bir fırsat! Ve bunu ortaya çıkarmak için yapman gereken: “Hiçbir şey yapmak”
Hiçbir şey. Bırak kendini senin dingin bedeninden, varlığından dışarı çıkarsın o yetenek, o bilgi.
Bu yogada “shawasana” asanasının yapılmasının sebebidir. Bırakmayı öğrenmek.
Öğrenmeye çalıştığın her şeyin, olduğun şeye muktedir olduğuna ikna olmak için, içindekileri kullanabilmek için bir kabuk kırıcı olduğunu unutma. Yaptıkların sonuca giden yol değil! Yaptıkların başlamaya hazırlanmak, kendine ikna olmak.
Diğeri için çabaya değil, sakince olmaya ihtiyacın var ki, o da sende hep var.
İzlemenin, olmanın keyfini çıkarmaya…
Yaşam, neşeli bir oyun alanı. Kavgan ne ile? Bir bak, karşındaki düşmanın “kendin” olduğunu gördüğünde, savaşçılarını çekeceksin meydandan.
Dünya ile bir işin yok, kendin ile bir işin var.
Bunu anladığında, her yer, her yola çıkan, her savaşı bırakan için coşkulu bir oyun bahçesi olacak, ki hep öyleydi.
Anahtar sensin.